Şimdi yapay zeka çağıdır
– Son zamanlarda genç ressamlar grafik tasarım alanına yöneliyorlar. Bunun sebebi nedir?
– Tuvalde çalışmak zordur. Herkes kendine rahat yol arıyor. Bizim zamanımızda bilgisayar, telefon yoktu. O zaman konuşmak şimdiki gibi değildi. Şimdi istersen Amerika ile, nereyle istersen konuş. O yüzden o zamanın ressamlığı ile şimdinin ressamlığı arasında fark var.
– Nasıl düşünüyorsunuz, bilgisayar ekranı tuvalin yerini verebilir mi?
– Şimdi yapay zeka çağıdır. Bu yakınlarda benim için bir kişi kızının işini göndermişti. Neredeyse 12-13 yaşında kızıdır. Bir resim çizmiş. Tabloda kız arkadan duruyor. Onu yapay zekayla hazırlamışlardı. Saçını tarıyor, bir şeyler yapıyor. Yapay yapaydır da. Şimdi gençlerimiz de öyle yapaydır. Yapay zekayı da insan yarattı. Benim alemimde resim sanatı da öyle bir dört yolun ortasında takılıp kalmış.
– Bilmiyor hangi tarafa gitsin.
– Yok, hangi tarafa götürseler, o tarafa da gidecek. Bu, sanattan bağımsız değil, onu yaratanlardan bağımsızdır. O yüzden de şimdiki gençler çalışıyorlar yapay zekayla, bilgisayarla bir şeyler yapsınlar. Hatta görüyorum, tablette çiziyor, siliyor, yazıyor. Çok meraklıdır. Ama bu, insan eli değil.
Fotoğraf çok güzel olabilir, ama canlı değil
– Tuvalle temas etmiyor.
– Biliyorsun, ressam tuvalde çalışırken onun bütün düşünceleri, hassaslığı, hisleri – hepsi tuvale siniyor. Kadın nasıl ki dünyaya çocuk getiriyor, öyle de tuvaller ressamın yavrularıdır. O yüzden de tuvallerde bir güç var. Diyorlar ki, “tabloya baktım, beni sakinleştirdi, uyku getirdi”, “sinirliydim, baktım, sakinleştim”. Çünkü tabloda bir mistik var – ressamın hissesinin orada olması. Buna göre de insanı etkiliyor, sakinleştiriyor. Ama yapay yaratılan tablolarda bu yoktur. O, sadece fotoğraftır. Fotoğraf çok güzel olabilir, ama canlı değil. Benim alemimde tablolar canlıdır. Çünkü bu, ressamın düşüncesi, ideasıdır. Hatta öyle olur ki, tabloda bir şeyler çizerken gece yatarken uykuda görüyorsun, düşünüyorsun: “Sabah ora düzelmelidir, kırmızıyı alayım”. Sabah kalkıyorsun, görüyorsun ki, doğrudan da, düşündüklerin düz imiş – siliyorsun, düzeltiyorsun, yerine düşüyor. Ressam gece de o hisle yatıyor. Ben sanattan, ressamdan konuşuyorum. Bazen bilgisayarda kendim de bir şeyler yapıyorum. Bilgisayarda bir düğmeye basıyorsun, her şey bir anda mozaik oluyor. Bakıyorsun, doğrudan da güzel görünüyor. Ya da grafik efekt veriyor. Ama bu, yapaydır. Mesela, Pablo Picasso’nun “Öküzler”i var. O, ilk öküzü naturadan çizmiş – realist. Sonra ondan 40-50 tane varyant yaratmış. Tedricen getirip bir hatta çıkarmış. En sonda öyle bir forma sokmuş ki, öküz bir tek hatla verilmiş. Öyle bakınca diyorsun, ne var ki, bunu yapmaya? Ama onu yapmak için Picasso gibi düşünmek, sanatkar olmak lazımdır. Real öküzden başlayıp, abstrakt hatta çatmak büyük yol talep ediyor. Bu, düğmeyle olmuyor.
– Siruz hocam, gençlerin grafiğe yönelmesinde ressam olarak geçinmekte zorluk çekmelerinin rolü var mı?
– Bu gün resim satmakla para kazanmak mümkün değil. Şimdi biz bazen bir şeyler satıyoruz, ama artık yaşımız geçti, bu hayatı yaşamışız. Gençlerin iştahları büyüktür, doğrudur, onlar gençtir ve yaşamalıdırlar, hayatlarını kurmalıdırlar. Tablo satarak kazandıkları parayla bu mümkün değil. O yüzden de tasarımla meşgul oluyorlar, hangi bir şirkette işe giriyorlar ve iyi maaş alıyorlar. Belki de şimdiki talep böyledir. O yüzden onları kınamak doğru değil.
Bize bu kadar ressam lazım değil
– Ah böyle olursa ressamlık sanatı kaybolur. Sizden sonra sanatı yaşatmak için gençler gelmelidir.
– Azerbaycan nüfusu 10 milyondur. Sovyet döneminde Ressamlar Birliği’nin üyeleri 300-350 kişiydi. Çoğunlukla Leningrad, Moskova, Kiev ve Baltık ülkelerinde eğitim alıp geri dönüyordu. Buna rağmen, Sovyet İttifakı dağılırken Ressamlar Birliği’nin üyelerinin sayısı yaklaşık 400 kişiydi. Şimdi ise bu rakam 2 binden çoktur. O vakit her yıl 40-50 kişi yalnız Azerbaycan Devlet Kültür ve Sanat Üniversitesi ve Ezim Ezimzade adına Azerbaycan Devlet Ressamlık Okulu’nu bitiriyordu. Şimdi ise çok sayıda kolej mevcuttur ve yüzlerce öğrenci, talebe mezun oluyor. Bundan başka, Azerbaycan Devlet Ressamlık Akademisi, Bakü Koreografi Akademisi, diğer ali mekteplerin 70 faizi ressam ve tasarımcılar yetiştiriyor. Yılda yaklaşık 500-600, bazen daha çok ressam mezun oluyor. Ancak bize bu kadar ressam lazım değil.
– Onların içinden ressamlığın arkasınca giden ne kadar oluyor?
– Az oluyor. Hatta Ressamlık Akademisi’ni bitirenlerin çoğu ressam olmuyor. Sovyet vakti da böyleydi. Bitiriyordu, ressam gibi çalışıyordu, ama hakikaten ressam olmuyordu.
– “Ressam gibi çalışıyordu, ressam olmuyordu” – bu ne demektir? Buradaki ince makam nedir?
– O vakit teknolojik vasıtalar yoktu. Bütün işleri ressamlar görüyordu – şriftlerden tutmuş plaketlere, duvardaki afişalara kadar her şeyi onlar hazırlıyordu. Öyle buna göre de onlar ressam sayılıyordu. Ama tuvalde çalışıp ad kazanan ressamlar çok az oluyordu.
– Onlar öyle bil indinin bilgisayar arkasında oturup çalışanları idiler.
– Nasıl oldu Rusya’da eğitim aldınız? Umumiyle, ressam olmak kararına nasıl geldiniz?
– Ben 7 numaralı mektepte okumuştum. Bizim bir resim öğretmenimiz vardı. O, resim hakkında öyle konuşuyordu ki, ben onu dinleyip hayran oluyordum ve dediklerini ediyordum. Sonra benimle okuyan bir arkadaşım vardı. O, Pionerler Evine gidiyordu. Şimdiki Yazıcılar Birliği’nin binası o vakit Pionerler Evi idi. Bir defa dedi ki, ressam olmak istiyorsun? Dedi gel ben seni götüreyim Pionerler Evine yazdırayım. Dersten çıktık, götürüp yazdırdı. O vakitten Pionerler Evine gitmeye başladım. Mektebi bitirdikten sonra Ezim Ezimzade adına mektebe kabul oldum. Orayı bitirdikten sonra Moskova’ya gittim.
Bakü’de yaşadığım için renk hissiyatım güçlü idi
– Moskova’ya kendi isteğinizle gitmişsiniz, yoksa davet ettiler?
– Yok, kendi isteğimle gittim. Evvelce Leningrad’a gidip imtihan verdim, ama orada kesildim. Sonra öyle aynı yıl Moskova’ya geldim ve Stroganov adına Rusya Devlet İnce Sanat ve Sanayi Üniversitesi’ne müracaat ettim. Orada imtihanlar Ağustosun 1’inden başlıyordu. İmtihan verdim ve bu defa Leningrad’da ettiğim yanlışları tekrarlamadım. Leningrad’da renkli işle çalıştığıma göre bana “2” yazmışlardı. Bakü’de yaşadığım için renk hissiyatım güçlü idi. Ama onlar öyle çok renkli işleri sevmiyorlardı.
– Bunu Bakü’nün neyi ile alakalıdırsınız?
– Bizim güneşimiz, rengimiz her zaman al-alvan olmuştur. O yüzden de renklerimiz bir az daha parlak, daha canlıdır. Sonra orada, Moskova’da renkleri bir kadar boğdum ve neticede kabul oldum. Orada monumental ressamlık ihtisası üzerine eğitim aldım. Bu, o dönemde bir numaralı fakülte sayılıyordu.
– Orada nasıl yıl eğitim aldınız?
– Bitiren gibi dönüp burada faaliyete başladınız?
– Bitirdikten sonra beni magistratura için orada saklamak istediler. Ama dönüp geldim. Geldikten sonra birçok monumental mozaikalar üzerine çalıştım. Saadet Sarayı’nın karşısındaki mozaikayı bir kaç monumentalcı dostumla birlikte hazırlamışız. Sonra “Fahle elleri” kompozisyonunu yarattık. Fevvareler meydanında bir vakitler retro fotostüdyo var idi, onu da biz etmiştik. Sovyet İttifakı dağıldıktan sonra orayı sattılar, renklendirdiler, değiştirdiler, gitti. “Efsane” kafesi var idi, 500 metrekarelik sahanı İsmail adlı ressam dostumla birlikte bezezdik. Genç Tamaşaçılar Tiyatrosu’nun mozaikasını ise tek başına işlemiştim. Tamir zamanı pilteleri söktüler. Evveler 100 metrekareden çok idi, sonra 1 metrelik sahada bir şeyler ettiler, ama o, evvelkinin yerini vermedi.
– Daha mozaika siparişi olmuyor?
– Ahırıncı defa ne vakit olmuştur?
– Sovyet vakti ile de her şey bitti. Şimdi ofislerdi, şüşeli binalardı, neresinde bir vitraj, yahut işleme elesinler, öyle şey yoktur. Biliyorsun, evde pişmeyip, komşudan da gelmeyip. Ama haricde öyle şeyler olmuştur, her zaman da olacak.
– Haricde öyle işleriniz olmuştur?
– Yok, haricde monumental işlerim olmamıştır. Monumental işlerim esasen Bakü’de olmuştur. Ama tablolarım haricde çoktur – demek olar dünyanın 50-60 ülkesinde benim işlerim var.
Türkiye’de kasıbından zenginine kadar hamının evinde resim var
– Onların sizin eserlerinize gösterdiği merak, sevgi, dikkatle bizimkilerin gösterdiği arasında fark hissetmişsiniz?
– Götürelim Türkiye’yi, kardeş ülkedir. Benim orada 1995-ci yılda ferdi sergim oldu. Sergide hanımlar el uzanda elimi öptüler, ben ise çekindim. Yanında hayat yoldaşı durmuştu, dedi niye öyle ediyorsun? Bizde kişi kadının elini öper. O ise dedi ki, bununla yaradanın elini öptü. Bu, onların sanata olan mehabeti ve sevgisidir. Türkiye’de kasıbından zenginine kadar hamının evinde resim var. Bizde ise yok. Sovyet vakti hamının evinde halça asılı olurdu, bazen küçük pianino, servantın üstünde billur kap olurdu. Şimdi görüyorsun, bazılarının sanatı delicesine seviyor, ama almaya parası yoktur. Diğerlerinin ise parası var, ama onlar için Picasso’nun ya da Modilyani’nin işi ile küçede satılan ressamın işi arasında hiç bir fark yoktur. Diyorsun, bu işin kıymeti 200 milyon funt sterlin’dir, cevap veriyor ki, buna para vermek için deli olmalısın. Benim yadımdadır, bir defa çok varlı adam geldi, iş almak istiyordu. Dedi, ben deliyim sana bu kadar para vereyim?
– Para vermek istemiyor.
– Yok, klasiği kanmır. Sanatı başa düşmek, sevmek lazımdır.
– Siruz hocam, sizin için eserin kıymetini ne müeyyenleştirir?
– Ressam var, işini 200-300 manata satıp seviniyor. Ressam da var ki, 10-20 bin manat veriyorlar, ama satmıyor. Demek ki, o ressamın sanatı kıymetlidir. Kıymet onun yarattığı işten, ideasından, üslubundan, hayata bakışından ve özünemahsus ağırlığından asılıdır.
– Tabloya sarf ettiğiniz vakit onun kıymetine tesir ediyor?
– Ola bilir ki, bir tablonu sen 2 saate, ya da 5 yıla çekesin. Bazen 5 yıla çektiğin iş ezik-üzük olur, bakanda adam ızdırap çeker. Ama diğer tablo, belki 2 saate, ya da 1 güne çekilip, seni sevindirir. Onun kıymeti bazen 5 yıla çekilenden de çok olur. Yani tablonun kıymeti onun nasıl çekilmesinden yok, onu yaradan ressamdan asılıdır. Mesela, benim tablomun altına Pablo Picasso’nun imzası koyulsa, onun kıymeti milyonlara kalkar. Addan çok şey asılıdır.
– Devlet seviyesinde eserleriniz alınıyor?
– Sovyetler vakti alıyorlardı. Ressamlar Birliği, SSR Medeniyet Nazırlığı alıyordu. O vakti öyleydi.
– Yağın ki adi adamlar da alıyordu.
– Adi adamlara iş satmıyorduk, çünkü onlar o parayı vermeye hazır değildiler. Ama iyi alıcılar vardı ve onlar iyi kıymet veriyorlardı. Hemçinin, müqaviləlerimiz mevcuttu. Sovyet İttifakı dağıldıktan sonra, 90-cı yıllarda vaziyet bir az çətinləşmişdi. İşleri yığıp Türkiye’de satıyorduk. O zamanlar kıymetler çok yüksek değildi, çünkü orada bizi tanıyan yok idi. Şimdi ise Türkiye’de de tanınıyoruz. Yakınlarda Türkiye’de sergi oldu, orada 4 işim asılmıştı. Ucuz işler satıldı, ama benim işlerim satılmadı, kıymetler çok yüksek idi. İnsan öz işinin kıymetini bilmeli ve onu aşağı salmamalıdır. Sonra işler Fransa’ya aparıldı. Orada da bir işim vardı, türk galereyasında, ama satılmadı. Kıymet yüksek idi, ama geç-tez satılacak.
– En baha sattığınız eserin kıymeti ne kadar olmuştur?
– Gel bu hakta danışmayak (gülüyor).
– Konkret rakam istemiyorum.
– Benden gelip iş için kıymet soruşuyorlar. Diyorum 60-70 bin manat.
Almağa parası olmayanlara hediye etmek olar
– Mesela, gelen 10 neferden o parayı veren çıkıyor?
– Bazen öyle adam geliyor ki, hiç demesen ki, eser alacak. Bir defa yeni evlenmiş çift emalatxanaya geldi. Kız hamile idi. Dedi ki, ata-analarımız bize ev hediye edip. Sergide benim eserimi görüp, şimdi hemin eseri almak istiyorlar. Balaca bir iş idi. Kıymetini soruşturdular. Dolların 70-80 gepik olduğu vakitler idi. Dedim, kıymeti 4 bin manattır, takriben 5 bin dollar olur. Dediler, bir az ucuz olsa, iyi olar. Ben de dedim, onda tablonu size hediye ediyorum. Ama kız razılaşmayıb, dedi 3 bin manat versem, olar? Dedim, olar. Dedi, 1500-nü şimdi verim, ayda 300 manat da ödəyəcəm. Ben de dedim, kızım götür. Dedi, iş kalsın. Soruştum, niye? Dedi, parayı ödeyip kurtardıktan sonra eseri götürerem. Bazıları götürüp sonra parayı vermiyor. Dedim, kızım götür. 1500 verip gittiler. Bir kaç ay geçti, geldiler, uşak artık 6-7 aylık idi, parayı getirmişdiler. Dedim, istemiyorum o parayı, vakti geçti, koy sana hediye olsun. Dedi, bir dene de iş istiyoruz. Seçtiler, onun parasını verdiler. Ben ise götürmedim. Hediye için balaca bir iş elemişdim, güller idi. Gördüm uşak ellerini uzatıyor, eseri ona verdim, tutup sakladı. Anası dedi, bırak. Dedim, yok, onun hediyesidir. İlk defadır gelip eseri tutuyor. Dedim, sanata karşı koy sevgisi olsun. Sevindiler, gittiler. Böyle haller oluyor, herden gelen oluyor. Almağa parası olmayanlara hediye etmek olar.
– İmkanlı, vezifeli adamlar nasıl, eserlerinize merak gösterirler?
– Vezifeli adamlardan merak gösterenler çok azdır. Belki de onların yerine sergiye kimse gelip bakıyor, ama özleri gitmiyorlar. Bu da ola bilir. Ama umumilikte Azerbaycan’da sanata merak çok azdır. Gürcistan’da ise hangi eve getsen, 5-10 dene tablo asılıb. Onlarda sanata sevgi çok büyüktür.
– Bizde niye yoktur? Diyorsunuz sovyet vaktinde halça asırdılar. Neye göre hazırda o halçanın yerini resim tuta bilmiyor? Bunun sebebi nedir?
– Çünkü bizde bu anane olmayıb. Tarih boyunca İslamın tesiri ile resim çekmek yasak olunub. Sovyet dönemi dağıldıktan sonra sanat inkişaf etmeye başladı, müzelere, resim galereyalarına yol tapdı. Ama evlere dahil ola bilmedi. Mesela, sovyet vakti bir sergi keçirildi, benim sergime 500-600 adam gelmişti, zalda oturacak yer tapılmırdı, insanlar növbə ile içeri dahil oluyorlardı. O da sergi için büyük rakam idi. Eğer 1 ay devam eden sergi döneminde 300 nefer ziyaret edirse, bu da iyi netice sayılır. Haricde ise günde 1000 nefer sergilere bakır. Bizde ise vaziyet böyledir: ben ressamam, sanatkaram ve sanatkarlar için sanat mevcuttur. Sergilere de esasen ressamlar ve sanatseverler gelir.
Türkiye’de de İslam derin köklere maliktir, hatta bizden de güçlüdür. İran ise tam İslam Respublikasıdır. Orada da sergiler keçirilir, insanlar gider, eserler alırlar. Eyni şey Türkiye’de de müşahide olunur, merak çok büyüktür. Benim yadımdadır, 90-cı yıllarda Atatürk Merkezinde bize pulsuz sergi yeri verilirdi. Dünyanın müxtəlif yerlerinden insanlar gelirdi, yılda bir-iki defa sanat ve el sanatı sergileri teşkil olunurdu. Biz de davet alırdık, ama bizden orada hiç bir yer pulu alınmırdı. O vakit tabloların kıymetleri bizim şimdi dediğimiz kadar baha değildi. Bir defa teqaüdçü kadın geldi, dedi ki, pensiyamı verip bu manzereyi alıram. Dedi, çörəyimi yeyende ona bakıp doyacağam. Bu, adamda hem sevinç, hem de teessüf hissi oyadırdı. Ama o yürekten diyordu. Ben ona dedim ki, pul lazım değil, götür. Ama o da “yok, bu ne sözdür” dedi. Bizde ise zengin insanlar gelip diyorlar, bağışla mene, ama el çekmirler. Ben bağışlayıram, gidiyorlar. Türkler ise böyle etmirler.
Ressamın desti-xətti olmalıdır
– Yaradıcı adam için din ne anlama gelir? Sizin tesevvürünüzde yaradan kimdir?
– Birincisi, insan kimese ve neyese inanmalıdır. Eğer insanın kalbinde inam yokdursa, yaşaya bilmez. Ona göre de kainatı yaradan bir kuvvet var – o da Allahdır. Ben Allaha inanıyorum. Her akşam yatanda, sabah duranda dua ediyorum. Allahsız hayat mümkün değil. İnsanın ruhunda, canında bir kuvvet var. İkincisi, hemşe diyorlar ki, ressamlara Allah tarafından vehy verilib. Demek ki, biz Allahın sevgili bəndələriyik ki, bize bu tabloları yaratmak imkanı verilib. Her kes bunu bacarmır. Üçüncüsü ise ressamın yetişmesi için çok vakit lazımdır. Rafael gibi 28 yaşında dünyasını değişenler olub, Modilyani 36 yaşında vefat edip. Böyle ressamlar olub, ama ekser ressamlar neresinde 45-50 yaşında öz “ben”lerini tapır, başlıyorlar iyi manada “ben” demeye. Eğer bir sergide ressamın 5 tablosu asılıbsa ve gören gibi biliyorsan ki, bu işler ona mahsustur, demek artık öz yerini tutmuş ressamdır. Bazen de olur ki, bir esere bakıyorsun, altından müellifin adı okunuyor, sonra başka esere bakıyorsun, hemin eser tam ferqli terzde işlenib, demek bu ressamın öz fikri yokdur, sadece ferqli üslublardan parçalar yığıb. Küçede gidende seni tanıyorlarsa, demek sen birdenesen. Yok, eğer beş işin yan-yana asılanda tamaşaçı onları ayırd ede bilmirsə, demek, senin dünyagörüşün kasaddır. En esası ise ressamın desti-xətti olmalıdır…
İnsanın Allahı olmalıdır
– Bu yakınlarda nisbeten genç ressamlardan biri intihar etti. Evveler de böyle haller olub. Umumiyle, yaradıcı insanlarda – şairlerde, yazıçılarda, bestekarlarda böyle vaziyetler müşahide olunub. Neqativ, xaotik hayat tarzı ve yaradıcılığın getirdiği xaos onların hayatına tesir ediyor. Bu barede genç ressamlara ne meslehet vererdiniz?
– Her kesin vezifesinden, hayatta tuttuğu mövqedən asılı olmayaraq, pis ve iyi günleri oluyor. İnsanda inam olmalıdır. İnsanın Allahı olmalıdır. Eğer kimlese meslehetleşmek, derdini bölüşmek istemiyorsansa, Allahla danış. Bu insanı dahilen yüngülləşdirir. İkincisi, bazen görüyorsun ki, ressamdır, şairdir, ferqi yokdur, yaradıcı insandır, ama tuttuğu yolda nedense uğur kazana bilmiyor. Ola bilsin ki, bu onun yolu değil. Kiminse tesiri ile gidip ressam, ya yazıçı olub. Uşaklıkda şiir yazıp, deyibler ki, sen şair olacaksan. Bu insanlar çok zaman özlerine kapanır, hiç kesden kömek istemirler, gizlenirler. İnsanların içinde oluyorlar, ama dahillerinde gizlenirler ve buna tap getire bilmirler. Bu sebebten bedbahtlıklar baş verir. Belki de kimlese meslehetleşseydiler, onlara diyorlardı ki, git sürücülük et, ya da ressamlık ele, ama malyarlıkla meşğul ol. Belki de onda daha çok pul kazanar, hem de dahilen rahat olarlar.
– Ressamlar Birliği’nin faaliyetinden razısınız?
– Ben Ressamlar Birliği’nin üzvüyəm. Buna rağmen, ordan mene hiç bir hayır yoktur.
– Niye? Sebeb nedir?
– Evveler Medeniyet Nazırlığı ile müqavilə bağlanır, işler alınırdı. Şimdi böyle şey yoktur. Nazırlık yılda uzağı 5-10 iş alır, onların da imkanları mehduddur. Hazırda Ressamlar Birliği’nin de resim eserlerini almağa pulu yoktur. Sovyet vakti ise Ressamlar Birliği’nin büdcəsi iyi idi, çünkü kombinatlar faaliyet gösteriyordu, onlardan gelirler dahil oluyordu. Mesela, bu binayı da o vesaitlə tikmişdilər. Şimdi ise böyle imkanlar yoktur, pul ayrılmır ve Ressamlar Birliği de kifayet kadar faal değil – bütün ittifaqlar kimi.
– Belki Ressamlar Birliği’nin faaliyetinin daralmağının sebebi tekce gelirlerinin azalması değil, başka sebepler de var?
– Ola bilsin. Burada her şey bir-biri ile alalıdır.
Ressam öz işi ile, siyasetçi de siyasetle meşğul olmalıdır
– Müsahibələrinizin birinde demişsiniz ki, siyasetten uzak kalmaya çalışıram. Bunun sebebi nedir?
– Bilirsiniz, ben ressamam. Benim işim göz önünde olan tablolardır. Kadınları çekmeyi, onları tablolarımda vasfetmeyi severem. Benim işlerimde siyaset yoktur, yalnız sevgi ve mehebbet var. Siyasetle siyasetçiler meşğul olmalıdır. Benim siyasete karışmağım yalnız zarar getirer. Ona göre de ben kulak asıram. Mesela, bu gün Rusya’da soydaşlarımıza karşı zorakılık olub, döyüblər, şikəst edibler, tutublar. Buna heyiflənsəm de, görüyorum ki, siyasetçiler bütün günü bununla meşğuldurlar. Ben onlara karışsam, manasız olar. Buna göre siyasetten kenarda kalmak, öz işime fokuslanmak benim için daha mentiqlidir. Ola bilir ki, ben Azerbaycanı onlardan da çok severem. Ressam öz işi ile meşğul olmalıdır, şair şiirini yazmalıdır, siyasetçi siyasetle meşğul olmalıdır. Vatan hakkında şiir yazmak da, tablolar çekmek de siyaset değil, bu, bizim vatane olan sevgimizdir.
– Bir növ içinizden gelen bir şeydir.
Melekler de diyor Karabağ Azerbaycandır!
– “Kafkasda sülh benim yaradıcılıkda en büyük arzumdur”. Sizin böyle bir ifadeniz var. Öyle bir tablo işlemişsiniz ve yaxud hazırda işliyorsunuz? Umumiyle, bu arzu sizde neden sonra yarandı?
– Benim yaddaşımdadır, 90-cı ile kimi çektiğim tabloların hamısı sarı, kırmızı, göy renklerde idi. Ama 90-cı yıldan sonra, ermənilərin bizim rayonları işğal etdiyi vakitten etibarən, tablolarım tamamen kara renge boyandı. Kara renkle çekirdim; bu, menden asılı değildi, içimden gelirdi. Bu, o dönem için benim kədərimin ifadesi idi, ruhumun sesini bu cür ifade edirdim. Sonra yıllar geçti, takriben 30 yıl… Qəhrəman əsgərlərimiz 44 gün erzinde Vetenimizin işğal altında olan torpaqlarını azad etdiler. Ondan sonra ressam nasıl kara renge üstünlük vere bilir? Her şey al-alvan renklerle doldu. Bizim Azerbaycanın da rengi o günden sonra değişti. Elbette ki, bu, Prezident İlham Əliyevin “dəmir yumruğu” sayesinde mümkün oldu. Onun uzaqgörən siyasəti bizi bu günlere getirdi. Siyasetten danışırıksa, birinci siyasətçimiz odur ve biz onun ardınca gidiyoruz. O vakit da tablolar çekirdim, her yıl sergilerde iştirak edirdim. 44 günlük müharibədən sonra ise bir sergi oldu. Ben de “Melekler de diyor: “Karabağ Azerbaycandır!” adlı bir tablo yarattım. Tabloda Karabağ, Şuşa, Xankəndi əks olunmuşdu. Karabağda melekler tütək ifa edirdi. Melekler mahnı ve melodiya ile qələbəmizi qarşılayırdı. Bu siyasi bir tablo idi. Tabloda bakanda öyle tesevvür yaranır ki, Karabağdan ney ve tütək sesleri geliyor. Ben obrazlarda bıçak yaraları, tankların keçməyi, bombaların düşməsi kimi şeylerden uzağam. Benim sənətimdə o cür ifadeler yoktur.
– Siz sülhü yaradıcılıkda resme bakanda sakitlik, bir az evvel de qeyd etdiyiniz kimi neyin sesinin gelmesi gibi tesevvür edirsiniz. Eserlerinizi de onun esasında işliyorsunuz?
– Beli. O sülhü yaradanlar da var.
– Siz de onların yaratdıkları sülhü kətana köçürürsünüz. Onda diye bilerik ki, müeyyen qeder arzunuza çatmışınız?
– Bilirsiniz, ressam hiç zaman arzusuna tam çata bilmir. Onun en güzel eseri belki de hele ortada yoktur. Ressamdan soruşanda diyor ki, yok, o eseri hele çekmemişem, gelecekte çekeceyem. Odur ki, ressam öz tablolarında hiç vaxt arzusuna tam yete bilmir, her zaman o yolda devam ediyor.
Şairlərin adını çekmek istemiyorum
– Demisiniz ki, kadın yaradıcılığımda benim en büyük ilham kaynağımdır. Burada sizin ilham aldığınız xüsusi bir kadın var? Yoksa bütün kadınlara şamil edirsiniz?
– Yok, bu ilhamın yaranmasında xüsusi bir kadının rolu olmayıb. Bu, bütün beşeriyete olan mehebbetdir. Yer üzünde Allahın yaratdığı en güzel varlık kadındır. Ben de çalışıram onları tablolarıma getirim. Mesela, “Sarı gelin” adlı işim var, ama orada hiç bir sarılık yoktur. Mahnını eşitmisen de, bütün kainat onun saçlarında əks olunur. Bu benim dünyagörüşüm ve felsefemdir.
– Şairlərdən kimləri okuyorsunuz?
– Okuyuram. Ama ad çekmek istemezdim. Birini çeksem o biri inciyər (gülüyor).
– Yağın ki, xüsusi ilham aldığınız şair var. Onun adını çekseniz mence digerleri incimez. Pikassonun adını çekirsiniz, mence şairlərdən de çekə bilersiniz.
– O ressamdır, ben de ressam. Ona göre ad çekdim. Şairlərin adını çekmek istemiyorum.
– İyi, onların içinde gençler var? Yoksa ancaq öz yaşıdlarınızdır.
– Yok, öyle benim öz yaşıdlarımdır.
– Ben tahmini bildim kimlerdir (gülüyorəm). Mütəmadi ok