Apostrofun kaldırılması gazelin dilini de çok etkiliyor
– Hacı, nasılsınız, keyfiniz nasıl?
– Hamd olsun. Bu günümüze şükür. Seyid Azim Şirvani nasıl der? Dünkü gün de gündü, bu gün de bir gün/Ama farkı var yerden semaya kadar… Adınız nedir?
– He. Bazen futbol izliyorum, sinirleniyorum. Şerh eden diyor ki, “ilk yarı”, “ikinci yarı”. Be adam, “ikinci” varsa demek ki, önce “birinci” de olmuş ya.
– Hatta “ilk önce” diyenler de var.
– Aferin. Ne demek “ilk önce”? Ya “ilk” de, ya da “önce” de. O zaman diyorlardı “uzundıraz”, diyordum “dıraz” zaten “uzun” demek ya. Sanki diyorsun “uzun uzun”.
– Peki apostrofun kaldırılması hakkında ne diyebilirsiniz? Apostrofun kaldırılması klasik edebiyatın, dilimizdeki bazı sözlerin, ayrıca Kuran’ın okunmasında zorluk yaratmıyor mu?
– Elbette. “Suret”e “süret” diyorlar, “cüret”e “curət” diyorlar, öyle şey olur mu? Apostrofun kaldırılması gazelin dilini de çok etkiliyor, onu düşünenler çocuk değillerdi ki, bir şey bilip yapmışlardı.
Herkes kendini Nesimi biliyor
– Siz hep Nesimi’nin, Fuzuli’nin, Seyid Azim’in gazellerini açıklıyorsunuz. Genç gazelhanlar da var ama, neden onlardan bahsetmiyorsunuz? Peki onların gazelinin açıklamaya ihtiyacı yok mu?
– Öncelikle şimdi klasik gazelleri açıklayanlar az, onun için yapıyorum. Biz sanki Nesimi’yi biliyor muyuz? Nesimi’yi bilmek mümkün değil. Ama gerek çalışasın ki, insanlara bir şey ulaştırasın. Şimdiki zaman ise başka. Herkes kendini Nesimi biliyor. Şimdiki gazel yazanların şiirine hiç açıklama lazım değil. Gazel akıllı, bilgili, zeki insanların meşguliyetidir. Şair gerek ilimli olsun.
– Hanendelerin bazıları gazelin sözlerini düzgün telaffuz edemiyor. Hanendeye ilim lazım değil mi?
– He, lazımdır. Bu, esasen zayıf kavrama kabiliyetinden ileri geliyor. Görüyorsun ki, hanendedir, ama gazel hakkında zevki, eğitimi zayıftır, malumatı da azdır. Ben orta okulda okurken bizim güçlü edebiyat dersliklerimiz var idi. O dersliklerin de edebiyat müntahabatı var idi. Edebiyat dersliğinde adı geçen öğretmenlerin müntahabatda eserleri yer alırdı. Şimdiki eğitim programında bu yok. Hanendenin gerek sorumluluğu olsun. Üzeyir Hacıbeyov “Azerbaycan halk müziğinin esasları” kitabında diyor ki, hanende gazel okumalıdır. Şimdiki dönemde gazel öğrenmek probleme çevrildi. Üniversitede yüksek lisans öğrencilerine ders veriyorum. Onların en zor problemi gazeldir. Onlarda da kusur yok. Çünkü orta okuldan hazırlıksız gelmişler.
– Şu anda Televizyon Mugam Yarışması yapılıyor, orada icra edenlerin gazel bilgilerinin artırılması için bir şey yapmak olmaz mı?
– Şimdi yapılan mugam yarışmalarında sadece icracıların sesine bakıyorlar. Diyorlar ki, yeter ki zengüle vursun, esas budur. Hanendenin sesi var, yeter. Ben de dinleyiciyim. Sana sesi lazımsa, bana sözü lazımdır, kardeşim. Sözle müzik birlik teşkil ediyor. Rahmetli Alibaba Memmedov derdi ki, tar, kemençe ve okuyan – bunlar sanat eseri yaratırlar.
– Mugam icracısı aruzu mutlaka bilmeli mi?
– Nasıl olur? Mugam icracılığında aruzla mugamın birliği olmalıdır. Şimdi biz iyi seslere çok kıymet veriyoruz. Diyorlar ki, iş olan yerde noksan olur. Mesela, bu yıl konservatuvarda aruz, mugam dersleri veriliyor. Onları çoğaltmak lazımdır. İki dönem aruz, mugam vermekle çocuklara bir şey öğretmek olmuyor. Aruz o kadar büyük ilimdir ki, onu öğrenip bitirmek olmuyor. Ona göre de gerek lisans hanendelik dersini almaya başlayandan bitirene kadar, hatta yüksek lisansı bitirene kadar aruz vezni mugamla beraber ders gibi mutlaka verilmelidir. Hanende konservatuvarda 5-10 tane gazel öğreniyor. Onunla iş bitmiyor. Hanende gazelle çalışmayı becermelidir. Hanendenin masa üstü kitabı olmalıdır: Fuzuli, Nizami, Seyid Azim ve sair. Her şey zahmetten geçer.
Artık orada “Keman tek meledim ben”i okuyamazsın
– Hanendelere düğünlerde de eskisi gibi talep yok. Üstelik hiçbir hanende düğünde destgah okumuyor.
– Gerek hanendenin kendi hevesi olsun. Mesela, bu gün seni düğüne çağırmışlar. Gidip görmüşsün ki, büyük bir akademisyenin, filoloğun oğlunun düğünüdür. Sen onun için gazel okumalısın. Onu hiç ne ile şaşırtamazsın. Artık orada “Keman tek meledim ben”i okuyamazsın. Sana hiç ne demez. Der ki, parasını verin, yola salın, gitsin. Ama peki sen? Gerek kendi kendine kıymet veresin.
– Sizin zamanınızda meclisler nasıl olurdu?
– Bir defa sınıftan çıkarken Hacıbaba Hüseynov dedi bana bak, bir iyi meclis var. Gitmek istiyor musun? Dedim, he. Dedi, gel gidelim. 4’ün yarısı ders bitiyordu. Kalktık, öğretmen-öğrenci sohbet ede ede yaya gittik. O zaman “Paluxin” idi, şimdi bilmiyorum o caddenin adı nedir. Zerrar Fikret var idi. Rahmete gitmişti. Onların ev ortamında olan meclisi idi. Taziye meclislerinde 3 tane çadırı koyuyorlar bir birinin başına, 2 bin adam gelip oturuyor. Hiç kimse de bir birine kulak asmıyor. Ne mollaya, ne ahunda, ne dervişe, ne şaire kulak asan yoktur. Leblebi, kuru üzümü bir birinin yanına dizmişler. Hepsi sanki açlıktan çıkmış. Hani bizim geçmiş yas meclislerinin kuruluşu, taziye meclislerimizin tertibatı? Bunu size kim öğretti? Evveller Kuran teslim edilene kadar çay verirdiler. Çaydan başka da şeker olurdu, vesselam. Mesela, ölenin dördü tamam olunca gelirdik ki, Kuranı teslim edin. Molla başlıyordu Kuranı teslim etmeye. Çayı da kaldırıyorlardı. Şairler diyordu ki, çayı kesin. Meclislerde halifeler olurdu. Halife kolunun üstünde beyaz mendil içeri giriyordu. Bu sofra vakti olduğunun nişanı idi. Böyle edep-erkan var idi. Ama şimdi öyle değil. Şu anda ihsan vermek için gidip bankadan kredi çekiyorlar. Peygamber diyormuş ki, bir yerde rahmete giden oldu ona komşular mutlaka yardım etsin, komşular kazanlarını götürüp ölü evine gidiyordu. Peygamber buyurur ki, 5 makam var, orada Müslüman acele etmelidir. Namazı vaktinde kılmaya acele et. Emaneti borç almışsın, vaktinde geri vermeye acele et. Oğul evladını vaktinde evlendirmeye acele et. Kız evladını vaktinde evlendirmeye acele et. Vefat edenin cenazesine katılmaya acele et. Şimdi açıyorsun internet televizyonlarını, çirkin çirkin adamlar çıkıp peygamberi tahkir ediyorlar. “Kuranda o yoktur, Kuranda bu yoktur” diyorlar. Öyle deyin, “Kuran kendisi de yoktur” da. Sen ne var ondan bahset, “yoktur”dan neden bahsediyorsun? Bu bizim dinimize, itikadımıza hücumdur. Şimdi çıkıp diyorlar ki, cuma akşamlarını terk etmek lazımdır. Be adam, böyle dert olur mu?
– Son defa düğünde ne zaman oldunuz?
– Ben artık yaşlıyım. Bazen şaşırıp beni de çağırıyorlar (gülüyor). Hiç istemiyorum da. Çünkü yaşımız geçti. Evvel düğünler de başka türlü olurdu.
Vallahi kadın olan meclis mugamat için değil
– Nasıl olurdu?
– Biz çocukken düğünlere hevesle giderdik. Gözümüz önce hanendeyi arardı. Masa koyup üstüne kırmızı örtü örtüyorlardı. Hanende otururdu. Onunla yüz yüze çalgıcı heyeti otururdu. İçkiyi açığa veremezlerdi. Yaşlılar, hükümlü kişiler var idi. Açıp evde koyuyorlardı. Gelenlerin arasında rakı içeni tanıyorlardı. Geçirirdi, vururdu, bir kase de bozbaş yiyip giderdi. Sonra gördüler konuşan yok. Rakıyı çıkardılar açığa. O bizim düğünlerimizi tamamen bozdu. Bu gün kadın, erkek düğününü bir ediyorlar. Vallahi, kadın olan meclis mugamat için değil. Şimdi şehir düğünleri başlıyor 6’dan 12’ye kadar. Arada diskotek. Nedir o diskotek? Atan-baban diskotekada oynamış mı? Deyince de oluyorsun kötü. Diyorlar, zaman değişmiş. Kim diyor onu? Zaman hiç değişmiş filan değil. Kim nahoş işlere meyilliyse, tez ad koyuyor ki, zaman değişmiş. Düğün geçmişte edep-ahlak mektebi olmuş. Biz bir millet gibi değerlerimizi saklamalıyız. Durmadan vakit geçiyor, dünya değişiyor. Milleti, halkı saklayan onun milli-manevi değerleridir. Azerbaycan dünyada mugamı ile tanınıyor. Ama şimdi düğünlere gidiyorsun, mugam yok. Televizyonların birinde mugam rubrikası yok. Hepsi kaldırılmış. Bir değer elimizden gidince onu tamir etmeye 100 yıl lazım. Dünyayı kalemle fethetmek olur. Kılıçla bugüne kadar kim fethetmiş? Cengiz han, Stalin, Hitler… Makedonyalı İskender gidip Çin’e kadar çıkmıştı. Ne oldu? Kılıçla fethetmediler.
– Peki Hacı o zaman açıklayın zahmet olmazsa, milli değer nedir?
– Milli değer bizim edebiyatımız, şiirimiz, adet-an’anelerimizdir. Milli değerin bir kelime ile ifadesi yoktur. Hepsi milli değerin ne demek olduğunu biliyor.
Meyhane düğünleri kötü günlere soktu
– Bazıları milli değer deyince meyhane anlayacak, o zaman nasıl? Düğünde meyhanenin olması milli değere hizmet ediyor mu?
– Meyhane düğünleri kötü günlere soktu. Düğünlerde meyhane geçmişte de olmuş. Bunun için meyhaneye belli bir vakit ayırırlardı, düğün sahibinden izin alıp otururlardı. Ama şimdi gidip oturuyorsun düğünde, meyhaneci gelip baştan sona kadar meyhane deyip gidiyor. Bu ne demektir? Meyhaneciler yetenekli adamlar. Allah o vergiyi onlara vermiş. O verginin üstüne ilim, bilgi, dünya görüşü eklemek lazımdır. Televizyonu açıyorsun meyhane, düğüne gidiyorsun meyhane… Onların arasında çok yetenekli adamlar var. Onlara diyorum gidin şiir yazın. Aliaga Vahid de meyhane diyordu. O, şair idi. Bir şeyin gerek faydalılık derecesini hesaba katasın. Benim o çocuklara çok hürmetim var. Ama gerek sözün yerini bilesin.
– Hacı, peki mugamda yerlibazlık var mı? Bazıları hatta diyorlar ki, mugam yarışmalarında da yerlipərəstlik hiss olunuyor.
– Yok, mugamda öyle şey yoktur. Doğrusu ben mugam yarışmasının içinde değilim. Yetenekli çocukları seçmişler. Düşünüyorum ki, böyle olmasında yeteneğin rolü var. Sohbet ondan gidiyor ki, biz kendimiz kendi işimizi değerden düşürüyoruz. Mesela, icracı çıkıyor okuyor. Gerek dinleyici de talepkar ola. İcracıya mugamı gerek dinleyici okuta. O zamanlar bisavad kişiler Fuzuli’yi, Nesimi’yi ezber biliyorlardı. Onların yanında ağız açıp okumak her adamın işi değildi. Şimdi o yoktur. Şimdi icracı dinleyiciye ne verirse, onu kabul ediyor. Dinleyici savadsız olmuş. Bakıyorsun, ali savadı var, akademisyen, düğünde müğənniyə diyor, bir tane “Bakılı balasıyam”ı oku benim için. Vesselam. Bu onun seviyesidir. Ya da diyor “Ata mugamatı” oku. Atanın mugamatı var? Bu derecede savadsızlaşmışlar. Zevkler adileşmiş, dinleyicide de günah var. O zamanlar dinleyiciler talepkar idi. Ona göre icracılar da nereye gittiklerini biliyorlardı. Şimdi icracı nereden ne geldiyse okuyup gidiyor.
Fuzuli Türkçe divan bağlamış. Neden okumuyorsunuz?
– Sık sık böyle mukayeseler duyuyoruz: Köhne hanende, yeni hanende, köhne bakülü, yeni bakülü. Köhne ile yeninin esas farkı nedir?
– Esas fark öyle biraz önce vurguladığımız meselelerdir: milli değerler. Bu, dünyada giden bir süreçtir. Dünya değişiyor, biz de değişmeliyiz. Hazreti Ali diyor ki, evlatlarınızı zamanı için terbiye edin. 50, 60, 100 yıl bundan evvel telefon, internet var mıydı? Yok idi. Şimdi insanlar Aya, yıldıza gidiyorlar. Böyle olunca da işin mahiyeti biraz değişiyor. Zaman değiştikçe, değişiklikler meydana geliyor. Ama belli prensipler var ki, onları mutlaka göz bebeği gibi korumak lazımdır. O bizim milli simamızı belirler. Biz Azerbaycanlıyız. O değerler bizim milli kimliğimizi belirleyen şeylerdir. Fuzuli’nin Türkçe divanı var. Onu koyup Fuzuli’nin Fars dilinden tercüme edilmiş gazelleri okuyorlar. Şiir tercümede kendi değerinin takriben %50’sini kaybediyor. Fuzuli Türkçe divan bağlamış. Neden okumuyorsunuz? Düşünüyorlar ki, Türkçe divanı okusam gerek sonra onu ufalayayım. Onu da bilmiyor, ya. Tercüme olunmuş şiir artık kolaydır. Onu ufalamağa gerek yok. Sadeleştirilmiş, izafet terkipleri yok, zor kelamlar, sözler yok. Onu okumağa ne var. O divan elden gidiyor. Kişi yaratmış. Türkçe divan bağlamış. Onu da getirip Arap, Fars divanı ile bir seviyeye çatdırmış. Bunlar ince meselelerdir. Riayet etmek lazımdır.
– Sizin dediğiniz meselelerde dinleyicinin de rolü büyüktür.
– Öyledir, bir vakitler Hövsanda hanendenin başına oyun getiriyorlardı. Dövüp, sövmüyorlardı. Toyxanada doğrudan yüzüne diyorlardı: “Ala, gazel bilmiyorsun, git öğren de”. Doğrudur, artık demiyorlar. Öyle olunca elbette ki, hanende talepkar olacaktı. Dinleyicinin rolü büyüktür. Fuzuli şair idi, yazmalı idi. Yazdı, koydu, gitti. Hanende de gazeli okumalı idi. Okudu, çıktı gitti. Bunların hepsi dinleyici içindir. Dinleyici ise diyor ki, ben başa düşmüyorum. Başa düş de. Senin de borcun başa düşmektir. Diyorlar ki, sade şey okuyun dinleyici başa düşsün. Şimdi hiç Vahidi başa düşmüyorlar. Kendisi de çoktur. Bunların sayısı çoğalmış. Nasıl öğretesin? Bu işin tedrisinde de belli değişiklikler yapmak lazımdır. Bu alanların tedris saatlarını çoğaltmak lazımdır. Aruz, gazel mugamla paralel öğrenilmelidir. Gazele marağı artırmak lazımdır.